Tuesday, February 23, 2010

HER İŞTE BİR HAYIR VARDIR (Everything Happens for a Reason)



Interstate 60- Başlangıç Sahnesi


En sevdiğim filmlerden biri.
Lay lay lom yaparak “fantastik” film diye de izlenebilir, pek çok ders de çıkartılabilir.
Ben derslerin bir kısmını çıkarttım; ama o kadar çok izledim ki, artık ezbere biliyorum; çıkartmasam ayıp olurdu.

İzlediğiniz başlangış sahnesi kadar düşündürücü bir sahnesi daha var, esas oğlan Neal Oliver’a hastane yatağında zihinsel bir testin yapıldığı..
Testi yapan Ray oyun kağıtlarını uzaktan gösteriyor ve kupa mı maça mı olduğunu söylemesini istiyor. Neal -ve biz de -hepsini doğru bildiğini düşünürken, aslında hiçbirini bilemediğini görüyoruz.


Bütün kupalar siyah, bütün maçalar kırmızıymış meğer.

Neal bunun haksızlık olduğunu söyleyerek itiraz etse de Ray’in söyledikleri çok etkileyici
(en azından ben etkilendim ve üzerinde epey düşündüm..) Şöyle diyor Ray:

“Tecrübelerin seni, biçimleri benzer olduğu için bütün kupaların kırmızı, bütün maçaların da siyah olduğuna koşullandırdı. Zihnin için geçmiş tecrübelere dayanarak yorum yapmak, onların farklı olabileceği fikrine açık olmaktan daha kolay geldi. Ne görmeyi beklersek, onu görürüz, bu gerçekten orada olan olmasa da. Hiç kağıt oyunu oynamamış çocuklar bu testi her zaman geçerler.”
“Bir düşün, daha ne kadar çok şey - görüntü, ses ve koku – gözünün önünde olabilir ve sen sadece bunları fark etmemeye koşullandığın için farkına bile varmıyor olabilirsin. İyi haber, testi tekrarlarsak, bu defa geçersin. Siyah kupalar ve kırmızı maçalar da olabileceğinin bir defa farkına vardın mı, artık onları ayırt edebilirsin.”

Gerçekten de “iyi haber”miş. En azından, önyargılarımızdan bir defa kurtulduk mu; artık farkındalığımız da gelişebilecek demektir...

Ben en çok Ray’in “Hiç kağıt oyunu oynamamış çocuklar bu testi her zaman geçerler” sözüne takıldım... Ne kadar doğru..
Ve ben de çocuk gibi yaşamak istediğime karar verdim! Önyargısız; herşeye ilk defa görüyormuş gibi bakarak, her değerlendirmeyi, geçmiş tecrübelerden bağımsız yaparak.
“Ben en çok terzime güvenirim, çünkü o ölçümü her defasında yeniden alır” diyen adam gibi..


Hiç gülen bir çocuğa dikkat ettiniz mi?
En son ne zaman öyle güldünüz, hatırlıyor musunuz?
Çocukların artık büyüdükleri gülmelerinin değişmesinden anlaşılıyor en kolay..
Büyümek istediklerinde -büyümenin iyi bir şey olduğunu zannedip, bir an önce öyle gözükmek istediklerinde- artık o kadar da içten gülmez oluyorlar.
“Olması gereken ve olmaması gereken şeyler listesi”ni onlar da tutmaya başlıyorlar da ondan galiba..
İlk sıraya “çocuk gibi olunmayacak” yazıyorlar.
Sonra da devamı geliyor.
Çocukların yaptığı ne varsa, yapılmayacaklar tarafına not ediliyor. Yani aslında, doğal olarak yaptıkları ne varsa...

Şimdi ben de kendime bir liste tutmaya başlıyorum zihnimde... Ve birinci sıraya “çocuk gibi olunacak” yazıyorum.

Çok zorlanmayacağım gibi de bir his var içimde..

Önyargılarımızı yeniden düzenlemek yerine gerçekten düşündüğümüz, olayları tecrübelerimizle eşleştirmek yerine, sıfırdan değerlendirebildiğimiz - ama çocuk sesiyle konuşmadığımız!!!- çocukça günler dilerim...

.

Saturday, February 20, 2010

EN ÇOK SEVİLEN Mİ OLMAK İSTERSİNİZ, TEK SEVİLEN Mİ


Candan Erçetin'in Git şarkısının bir yerinde dediği gibi "biricik yar olmak"la "hep elde var olmak" arasında bir seçim yapmanız gerekse, siz hangisini seçerdiniz?

'Candan Erçetin/Git' Dinle


Biricik yar olmak, sadık bir adamın sevdiği kadın olmakken, hep elde var olmak da, çapkınlık yapmadan duramayan, daha zayıf bir adamın hiç vazgeçemediği kadın olmak mıdır acaba?

Vazgeçilemeyen kadın, çok sevilen kadından daha az mı değerlidir?

Acaba ihanet güveni boşa çıkartmak olarak da açıklanabilir mi?

Örneğin Mehmet Ali Erbil durumunda olduğu gibi, zaten yapabileceğini düşündüğünüz bir adam kaçamak yaptığında, bu aldatma sayılır mı?

Parçayı dinlerken, nasıl bir aşktan bahsettiğini düşündüm, aklımdan bunlar geçti...

Siz de aklınızdan geçenleri paylaşmak isterseniz, yorum bölümünü kullanabilirsiniz..


Bir iki sorum var:

-En çok sevilen mi olmak istersiniz, tek sevilen mi?
-Aşk yaşanamayınca mı efsane olur?
-Aldatmak sizce nedir?

Thursday, February 18, 2010

BUGÜNDEN AKLIMDA KALANLAR


Epeydir düşündüğüm istatistik konusundaki fikirlerimi yazayım dedim.
Bir arkadaşım da okuyayım demiş...
Sonra üşenmemiş; bana konuyla ilgili bir kitaptan bahsetmiş..
"Bak bir de şu kitabı oku" diye.

Kitap muhteşem çıktığı gibi yazar da muhteşem çıktı. Nassim Nicholas Taleb.

Başka kitaplarını da buldum. Hayata bakışımız benzerlikler taşıyor olabilir mi acaba diye heyecanla okuyorum.

Nereden nereye; kimbilir bu kitaplar sayesinde neler değişecek hayatımda!!

Söylediği hoşuma giden birkaç cümleyi paylaşmak geldi içimden (çeviriyi şu anda yapıyorum; hata olursa affola..)

"Esas faaliyetim, kendilerini ve bilgilerinin kalitesini fazla ciddiye alanlarla dalga geçmek."

"Okul kitapları ve kumarhaneler haricinde olasılık hesapları kendini hiç de matematiksel bir biçimde ortaya koymaz. Gerçek hayatta, insanın çözümden daha çok, problemi tahmin etmesi gerekebilir."

Hep söyleyip duruyorum çocuklara, çoktan seçmeli testlerde, cevaplardan hangisi doğru diye düşünmenin gerçek hayatta, gerçek problemleri çözmekle hiç alakası yok diye.. Hatta bazen, pekçok doğru cevap arasında, sana en uygun olanını bulmak asıl marifettir diye..

Ben bu adamı çok sevdim çook...

Bugünün sözü olarak da Taleb'in sözünü seçiyorum - aynen katılıyor ve kendime söylerken biraz hafifletiyorum:

"Kendilerini ve bilgilerinin kalitesini fazla ciddiye alanlara sadece gülümsüyorum."

Herkeste, çeşit çeşit konuda bilgi var.. Kimin bilgisi kimin ne kadar işine yarar, bunu bilmiyoruz. Hangi bilgi daha değerlidir? Kimin için? Kim karar verecek? gibi soruların cevabı da yok üstelik..

Valla, bilmediğim bir yazarın adını öğrenmiş olmak benim için çok şey ifade etti. Sizin için çok değerli olabilecek teknik bir bilgi ise hiç umurumda olmayabilir.

Herkesin değerli bulduğu bilgilere kolayca ulaşmasını dilerim...


Taleb'in olasılıkla ilgili tarifiyle bitireyim:

"Olasılık, bilgimizdeki kesinlik eksikliğinin kabulü ve cehaletimizle başa çıkmak için metotlar oluşturma yolumuzdur."

Saturday, February 13, 2010

YA OLUR YA OLMAZ


İstatistik derslerinde gördüğümüz formülleri bir kenara bırakalım. Herhangi bir şeyin olma ihtimali nedir?
Bence her zaman %50 dir.
Basit düşünün.. Ya olur, ya olmaz?

Milli Piyango’da büyük ikramiye?
Ya çıkar, ya çıkmaz?
70 milyon içinde size çıkma ihtimali derseniz, o zaman kullanın o formülleri istediğiniz gibi.
Ama size çıkar mı? Sizin açınızdan bakınca... Ya çıkar, ya çıkmaz? Net %50!

Ameliyata giriyorsunuz. Doktor komplikasyon riski %10 diyor. O, onun 100 hastada 10’unda çuvallayacağının tahmini.
Sizde komplikasyon olur mu? Ya olur, ya olmaz. Net %50.


Bugün tanıştığınız yakışıklı sizi arar mı?
George Clooney bile olsa ya arar, ya aramaz.. Yine net % 50!
Kimi arar diye sorarsanız, o zaman, telefon defterindeki kız sayısını, bunların hangilerinin güzel, hangilerinin akıllı, hangilerinin ilginç olduğunu, ve yakışıklının ideal kız tarifini öğrenerek de bir formül oluşturabilirsiniz. Yine de, aklına esip, en güzel yemek yapanı da arar mı, arar..

Olasılık hesapları bana saçma geliyor! Tamamen varsayım..Güneşin bile, sırf milyonlarca yıldır doğuyor diye, yarın da doğacağını varsayıyoruz..
Bütün veriler var mı elimizde? Evrenin sırrını çözmüş ve hatta sindirmiş miyiz? Yoo..
Ya 20 milyon yılda bir, özel bir durum oluyor ve güneş kapanıyorsa? Güneş tutulması falan gibi değil. Şalterinin inmesi gibi.. Bayağı kapanıyorsa ve bunun için çok da makul bir sebebi varsa. Bizim bilmediğimiz.. Ve o gün yarınsa?

Ceteris paribus diye bir deyim vardır ekonomide. “Diğer bütün koşullar sabit kaldığında” anlamına gelir. Diğer bütün koşullar sabit kalır mı peki?
Bir tahminde bulunacaksınız, ama savaş çıkmazsa, deprem olmazsa, başkan ölmezse, cumhurbaşkanına anayasa fırlatılmazsa diye bir sürü de mazeretiniz olacak..Sonra bu tahmini en kritik kararlarınıza baz alacaksınız..
Hayatınızın kararları bir “varsayıma” bağlı olacak.. Niye? Çünkü varsayan bu işi iyi biliyor. İyi tahmin yapar. Oh ne iyi!

Bundan değil midir, hiçbir krizin öngörülüp önlem alınamaması?
Sakin havada herkes iyi kaptan! Fırtına çıkarsa, o zaman batarız!!

Bütün koşullar sabit kalacaksa, ben de hesaplarım şimdi kafadan doların seneye kaç TL olacağını.
Bulutlar bu halde kalırsa, yarın yağmur yağmayacağını. Hatta hep böyle kalırlarsa HİÇ yağmur yağmayacağını...



Olasılık hesaplarını boşverin siz.
Birşey ya olur ya olmaz..
Siz hayatın keyfini çıkartın.
Yarın ya varsınız, ya yok...

Tuesday, February 9, 2010

PEKİ PEKİİİ ANLADIK


Her şeyden sen anlarsın...
Her şeyi sen bilirsin...

Mazhar Fuat Özkan bu şarkıyı 1982’de söylediğinde, hedef kitlesi bu kadar da geniş değildi bence.. Her konuda en iyi olduğunu iddia etmek pek de “trendy” değildi o zamanlar.
Biz vasıflarımızı bağıra çağıra ilan etmez, hatta konusu açıldığında da belli bir çekingenlik duyar “yok canım, o kadar da değil” falan derdik.

Bizden sonraki nesillerde bir “kendini allama pullama” çabası peydah oldu, nedense. Gerçek hallerinden memnun olmadıkları için midir, oldukları gibi bir değer ifade etmeyeceklerinden korktukları için mi, bilmiyorum. (Konuyu uzmanına bırakalım!)
Bir de üstüne, bu “beceriyi” göster-e-meyenlerden “salaktır o” diye bahsetmeye başladılar ki, ben de, çeşitli defalar, payıma düşeni almışımdır bu damgadan :-). Fazlaca ileri gidip, kendinizle ilgili tariflerinizi “aşağılık kompleksi var sende” diye yorumlayanlar bile olur zaman zaman.. Güler misiniz, ağlar mısınız?
Benim ilk tercihim, her zamanki gibi gülmek valla!

Marifet kimileri için “her şeyi iyi yaparım” demek. Ve yapamamak... yarım yamalak yapmak... yüzüne gözüne bulaştırmak... sonucunda bir sürü mazeret üretmek... ve yeni bir konuda yeni bir macera için yeni kimliklere bürünmek...

İnsanın ne "yapamayacağını" ve ne "olmadığını" bilmesi çok da önemli bir vasıftır.

Günahlarını almayayım, bilip de göstermiyorlar büyük ihtimalle.. İmaj çalışması olarak..

Yeni izlediğim “The Invention of Lying” filminde olduğu gibi olsa, yine anlayacağım.



Filmin Fragmanı






Herkesin dürüst olduğu bir ortamda, ilk -hadi yalancı demeyeyim- “kendini allayıp pullayan” sizseniz, (kazanma tarifiniz de buysa) kazanırsınız, doğrudur.. Ama siz pıtrak gibi çoğalırken, hepiniz kendinizi abartıp dururken, e biz de iskontolu dinleyeceğiz tabi ki, o zaman söylediklerinizi.. Herkesin yalancı çoban olduğu bir dünyada, saf köylü sayısı da gün geçtikçe azalacaktır ..

“En uzağa sen gittin, en çabuk da sen döndün..Peki pekiii anladık!”

Sen neymişsin be ağbi!!

Herkesin “sahici” olduğu bir dünya dileyerek, MFÖ’nün ’85 TRT yılbaşı programındaki görüntüleriyle baş başa bırakıyorum sizi.. Bakın ne kadar da gençmişler..



MFÖ Peki Peki Anladık

Friday, February 5, 2010

ESKİ AŞKIMI BULDUM!


Aah o çocukluk aşkları!!
O zamanlar internetsiz, tek kanallı televizyon zamanlarıydı. Bir parça, ancak dünya listelerinde veya en azından avrupa listelerinde top 10'a girerse, duyardık biz o parçayı. Duyardık üstelik; izlerdik değil!!

Benim idolüm David Cassidy'di.
Odamın duvarlarına kocaman posterlerini asmıştım; tek tük Türkiye'ye gelen yabancı gençlik dergisinden çıkma..(Bravo muydu neydi, en çok aldığım derginin adı..bir de Copains vardı galiba..)

"Partridge Family" diye bir dizide oynadığını duymuştum da, görmek hiç kısmet olmamıştı.(Kimseye de olmamıştır herhalde..) "Rock me baby" ve "Daydreamer" parçalarını dinleyip dururdum. (Parçaları youtube'da buldum, sözlerini bile unutmamışım, beraber söyledik bunca yıl sonra. Ben gerçekten de aşıkmışım şu David'e!!)
Sonra dizideki rol arkadaşı Susan Dey ile evlendiği haberi geldi. (Yine dergilerden birinden...)
Çok üzüldüğümü hatırlıyorum....
Hani derler ya, "ben çocukken Erol Evgin'le evlenmek isterdim", "ben falancayla", "ben filancayla" diye..
Ben David Cassidy'le evlenmek falan istediğimi hiç hatırlamıyorum, kimseyle evlenmek istediğimi de hatırlamıyorum ya, o da ayrı; ama demek ki onun bekar kalmasını istiyormuşum... Niyeyse..
Acaba evlendi diye mi bitmişti aşkım, yoksa gerçek bir aşkım olduğu zaman mı, hatırlamıyorum. Ama yıllar sonra, resimlerine ve eski parçalarına ulaşabilmek çok hoşuma gitti doğrusu.

Bu arada, sakın yeni resimlerine veya söyleşilerine bakmayın!!(Ben bir göz attım; şimdi unutmaya çalışıyorum..) Hayalleriniz yıkılmasın... Siz, siz olun, David'i bildiğiniz gibi hatırlayın...

Zaten eski aşkların her zaman anılarda kalmasından yanayım; büyüsünü bozmamak lazım..
Kavuşamazsanız "efsane" olur, kavuşursanız "bu muydu ya!" dersiniz "yazık" olur...

Resimleri görüp de, o yıllara gidenler için, "Rock me Baby" ve "Daydreamer" da fon müziği olsun:


Rock Me Baby


Daydreamer

Thursday, February 4, 2010

YAŞAMIN İŞLEYİŞİ DE BÖYLE OLABİLİR Mİ?

Bir Film ve Yaşam Hakkında Düşündürdükleri:



Filmin Fragmanı


Hollywood filmlerinde ve dizilerde gördüğümüz "fantastik" olayların/objelerin, çok geçmeden gerçek olmasının, aslında çalışma aşamasında sızdırılmış bilgilerden kaynaklandığını düşünmüşümdür hep.

Yıllar önce Star Trek/ Uzay Yolu'nda gorüp, hayretten ağzımız açık şekilde izlediğimiz, önüne geldiğinde "bızzzt" diye açılıp, kendi kendine yine "bızzzt" diye kapanan kapılar, şu anda en basit marketlerde bile var.
Haberleşmek için kullandıkları kablosuz, kapaklı, cepten çıkan, küçük "şey", bizim sabit ev telefonlarımızı ancak uzuuun kablolarla yan odaya taşıyabildiğimiz dönemlere rastladığından adına telefon bile dememiş olsak da, ilk çıkan cep telefonlarının maketi gibiler.
Tibet dolaylarında yapıldığıyla ilgili rivayetler olsa da bir yapılamayan ışınlanma kaldı şimdilik...

John Woo'nun yönettiği Paycheck filmini yıllar önce izlerken de yine bir bilgi sızıntısı hissetmiştim. Bu defa farklı olan, bilginin, işin teknolojik değil de spiritüel yanıyla ilgili olmasıydı.

Film 2003 yapımı. DVD'si çıkalı bile çok uzun zaman oldu. Dolayısıyla, konusuna biraz genişçe değinmemin bir sakıncası olmayacağını düşünüyorum. Bana hissettirdiklerini anlatabilmek için biraz da detaylardan bahsetmem gerekiyor çünkü.
Ama filmi izlemeye niyetliyseniz, önce izleyin sonra okuyun isterseniz.

Filmde Ben Afflect'in canlandırdığı Michael Jennings karakteri, yüksek gizlilik gerektiren projelerde çalışan çok parlak bir bilgisayar mühendisi. Aldığı her işten sonra, Jennings'in kısa dönem hafızası, dolayısıyla o projeyle ilgili sahip olduğu bilgilerin tümü siliniyor. Bu işlem, beynine işe başladığı zamanı işaretleyen bir çip konulması ve o günden itibaren bütün bilgilerin iş bitiminde silinmesi şeklinde uygulanıyor.Bu durumda, özel hayatı dahil, o dönemde yaşadığı hiçbir şeyi hatırlamıyor.

Jennings'in son aldığı iş 3 yıl sürecek büyük bir iş. Karşılığında alacağı para da dolar bazında sekiz haneli bir rakam. İşe başlarken, her zaman yaptığı gibi, üzerindeki kişisel eşyalarını bir zarfa koyarak iş bitiminde ücretiyle beraber teslim almak üzere şirkete emanet ediyor.
Üç yıl sonra, iş bitip de parasını almaya gittiğinde, iki üç gün önce kendi el yazısıyla ödemeyi almak istemediğini belirten bir kağıt imzalamış olduğunu ve zarfın içinde de hiç tanımadığı ve anlam veremediği eşyalar bulunduğunu görüyor.

İşte bundan sonra olanlar, bana hayat da böyle birşey olabilir hissi veriyor.

Film anlatır gibi değil de, hissettiklerimi size ifade edebilmek çabasıyla tarif etmeye çalışacağım. Biraz karışık.. Umarım başarırım.

Jennings'e bu üç yıl içinde, geleceği ekranda gösteren bir makina yaptırmışlar. Ve Jennings geleceği görmüş!
Hem "atom bombası" olayında olduğu gibi, bu makinanın dünyaya vereceği zararları görmüş, hem de kendisini ortadan kaldırmak isteyeceklerini ve bunu nasıl yapacaklarıyla ilgili detayları.
Son anda, makinayı bir şekilde çalışmaz hale getirmiş ve kendini kurtaracak bir kaçış planı hazırlamış. Zarfın içinden çıkan eşyalar da bu planın parçaları.

Örneğin, kaçarken bir otobüse biniyor ve otobüsten ineceği durakta onu bekliyorlar. Hafızası silindiği için bunu kendisi bilmiyor. Otobüste, zarfın içindeki eşyalardan değerli bir yüzüğü eline alıp bakarken, bir kapkaççı yüzüğü alıp kendini otobüsten atarak kaçmaya başlıyor. Jennings de peşinden koşuyor.
Buradaki olay şu: Jennings'in yaptığı plana göre otobüs durağa gelmeden inmesi gerekiyordu. Ancak bu şekilde, kendini bekleyen kötü adamlardan kurtulabilecekti. Zarfın içine yüzüğü sırf bu mizanseni yaratabilmek ve otobüsten erken inmesini sağlayabilmek için koymuştu.
Zarftan çıkan diğer eşyalardan metro bileti, takipçilerinden kaçmaya çalışırken, hemen atlamak zorunda kaldığı metronun bileti; anahtar, yine saklanmak için gireceği terminaldeki personel odasının anahtarı; güneş gözlüğü gibi duran şey, aslında karanlıkta görmesini ve kaçmasını sağlayan kızıl ötesi görüntü veren bir aparat.. Bu böyle devam ediyor... olur da izlemek isterseniz filmin keyfini iyice kaçırmamak için detayların tamamını ve parasını almak için nasıl bir ipucu bıraktığını söylemiyorum.

Şimdi gelelim benim aklımdan geçenlere...

Bu dünyada olmamızın amacı ve ne yapmak için burada olduğumuz konuları ilgimi çekmiştir her zaman.
Hani bazen niye kimi insan çok rahat bir hayat sürerken kimileri bu kadar ızdırap çekiyor diye de düşünürüz ya.
Karşılaştığım açıklamaların, varsayımların arasında bir alternatif de, nasıl bir yaşam süreceğimize aslında kendimizin karar vermiş olabileceğiydi.
Maksat farklı şeyler deneyimlemekse ve ruhumuzu geliştirmekse, tıpkı bir tiyatro oyununda rol seçer gibi; "ben bunun üstesinden gelebilirim" diyerek, her birimiz uygun gördüğümüz rolleri seçiyor olabiliriz. Tıpkı iyi oyuncuların deneyimlerini göstermek için zor rolleri seçmesi gibi, biz de ruhumuz geliştikçe daha zorlayıcı hayatları seçiyor olabiliriz. (Ki, bu da neden rol dağılımının adaletsiz olduğunu açıklamış olur.Aktörlerin de geliştikçe, "ben bir alkoliği veya akıl hastasını iyi oynayabilirim, yakışıklı zengin çocuk rolünü yenilerden birine verin" demesi gibi..)

Tabi ki, tüm bunlar olurken, bu seçimi ve yaşayacağımız herşeyi hatırlıyor olmamız, yaşamda hiçbir heyecan bırakmaz, herşeyi bir bilgisayar oyununa çevirirdi "tamam öldüm ama reset eder tekrar başlarım" demek, veya "peki sevdiğim kız gitti ama yarın daha çok seveceğim biri çıkacak karşıma , bunu ben böyle tasarlamıştım" rahatlığına ermek, duyguları gerçek anlamda yaşamamızı da zorlaştırırdı.

Buraya kadar doğru olduğunu varsayarsak, şimdi Paycheck'le hissettiğim benzerliğe geliyorum.

Acaba, kendimize özgür iradenin de içinde barındığı bir yaşam rolü seçerken, çizdiğimiz yoldan sapmamamız için böyle küçük ipuçları da tasarlamış olabilir miyiz?

Mesela üniversite seçiyoruz; ve en yüksek puanı tutturacak zekaya da sahibiz; ama seçtiğimiz rolde daha düşük puanlı bir üniversitede okumak var. Sene içinde çalışmamızı engelleyecek sorunlar veya sınav öncesi bir rahatsızlık; belki sınav sırasında yaşanacak bir olumsuzluk veya herhangi başka birşey - bizim tasarladığımız bir aksilik veya detay - bizi çizdiğimiz yolda kalmaya zorluyor olabilir mi?

Hiç aklımda olmayan bir işi, bir sporu, bir hobiyi yapmayı tasarlamışsam, bunu sağlamak için o işle ilgili birilerine rastlayacak programlarım olabilir mi? Karşı kaldırımda yürüsem, bir vitrinde görmem gereken birşey varsa, belki de karşı kaldırıma geçmem için yolumun üstüne bir barikat bile tasarlamış olabilir miyim?..

Çocuk sahibi olmak istemiyorsam ve bunu "unuttuğum için" yapabileceğimden korkuyorsam, kendime o konuyla ilgili rahatsızlıklar veya çocuğu olmayan eşler tasarlamış olabilir miyim?

"Her işte bir hayır vardır" sözünün böyle de bir anlamı olabilir mi? Yani "sen şimdi bunu şanssızlık sanıyorsun ama aslında tam da senin istediğin şekilde ilerliyor hayatın!" gibi..

Bu film bana bunları düşündürdü; siz de izlerseniz ve hissettiklerinizi paylaşmak isterseniz. Lütfen yapın...

Wednesday, February 3, 2010

Başkalarının Kuralları

Kurallar! KURALLAR!

Ne kadar sevimsiz bir kelime..
Seveniniz var mıdır kuralları?

Bir workshop'a katılmıştım. İlk gun bir sayfa kural tutuşturdular elimize; saçma sapan..
Yok günde 35cc'den fazla kahve içmeyeceğim; küfür etmeyeceğim; yanımda yiyecek (şeker, çiklet vs.) bulundurmayacağım; saat taşımayacağım; 12'de yatmış olacağım. Şunu yapmayacağım, bunu yapmayacağım. "Niye" diyorsun, sebebi yok. "Çünkü onlar öyle diyorlar.."
Bu kağıdı imzalayarak başlanıyordu çalışmaya..
Hepimiz daha ilk gün kahvaltıda "50cc kahve içsem ne olur ki? Hem nasıl ölçeyim.." diyerek başladık ve deldik kuralları bir güzel..
Sonra da asıl konuya geldik!
"Madem uymayacaktınız, niye imzaladınız?"

O zaman anladım....

Kabul etmeme gibi bir şansımız her zaman var..

Ben kuralları hiç sevmem derdim hep... Sonra anladım ki, ben "başkalarının kurallarını" sevmiyorum.

Kendi kurallarım yok mu? Vaar....Var ama kural gibi değiller..
Sadece "yapmam" dediğim şeyler..Başkalarının "o yapmaz" dediği şeyler bile değil...
Kendi kendime yapmayı yakıştırmayacağım şeyler. Karakterime uygun olmayacak şeyler..
Aralarında yasak var mı? Yoktur herhalde..
Çünkü yasak, ikna edemediklerimizi engellemek için koyduğumuz kuraldır; ben zaten kendimi ikna etmemişsem, yaparım...

Önemli olan iyi insan olmak, iyi insan da kurala gerek duymaz; zaten kendiliğinden yaşama saygılıdır; kimsenin hakkını da yemez, canını da acıtmaz..

Doğasını yaşar ve bu da zaten olması gerektiği gibidir..

Doğada nasılsa öyle...

Doğanın da kuralları var; ama kimseye dikte edilmiyor; gerektiği için uyuluyor.

Mesela, "yerçekimi kuralına uyun" diye kimse bas bas bağırmıyor. Ağaçtan aşağı kendini bırakırsan, Newton'ın elması gibi düşüveriyorsun yere..

Yine de "hmmm kural buymuş, uyalım" demiyorsun. Belki bir daha ağaçtan aşağı bırakmıyorsun kendini veya bırakırsan yine düşüyorsun..

Mesela aslana yem olmak istemiyorsan, en yavaş koşan geyik olmuyorsun.

Yüzme bilmiyorsan, göle atlamıyorsun. Ama gölün kıyısında "atlamak yasaktır" veya Türk tipi "atlamak tehlikeli ve yasaktır!" yazmıyor.

Doğadaki eğitim şekli de ne kadar kendi halinde; olması gerektiği gibi; keşke öyle bir sisteme geçsek!

Hatayı yaparsın; dersini alırsın...
Aklın çalışıyorsa, başkalarının yaptığı hataları görür, onlardan da dersini alırsın..

Bir sınıfa tıkılmış zürafa yavruları geliyor mu hiç gözünüzün önüne? Ya da sıralara sığmaya çalışan fil yavruları?

Peki, bizimkilerin suçu ne???

Doğasında böyle bir şey mi var ki insan yavrularının? Henüz beş yaşında, "yerinden kalkma", "kıpırdama", "arkadaşınla konuşma" diyen öğretmenlerin kurallarını anlasınlar ve içlerine sindirsinler? Bütün bir gün - ve her gün - başkalarının öğrenmeleri gerektiğine karar verdiği şeyleri öğreneceğim diye rahatsız bir sırada oturarak (ve kıpırdamayarak ) geçirsinler en güzel yıllarını?

Şu saatte kalkılır, şu saatte okula gidilir, derste konuşulmaz, kıpırdanılmaz, başka şeyle ilgilenilmez, tarih, coğrafya, matematik, fizik mutlaka öğrenilecek, müziği, resmi, beden eğitimini boşversen de olur!!! Aaaa, niye ya?

Çocuğun uykusu bitmemiş, demek ki uyumaya ihtiyacı var. Daha küçük o, uyuyacak da büyüyecek! Ne diye saati kuruyorsun başına, en tatlı rüyasının orta yerinde korkuyla sıçratıyorsun yatağından? Bir şey öğrenilecekse uyanınca öğrenir..

Hem niye matematik, fizik önemli de, resimle müzik olmasa da olur? Tamam ben severim sayıları ama herkes de sevmek zorunda değil ki...

Kim karar verdi kaşla göz arası neyin öğrenileceğine?

Askerlik yaşı bile ergenlik bittikten sonra. Niye küçücük çocuklar askeri disiplinle uygun adım sınıfa girip, "kıpırdama", "konuşma", "gülme" komutları altında geçiriyor ki gününü, oyun oynamak asıl işleri olmalıyken?

Neden hepimiz, "herkes ne yapıyorsa" sorgusuz sualsiz onu yapmaya devam ediyoruz?
Bazen farkında bile olmayarak...
İnsanlar belli dönemlerde belli renkte oje sürüp, belli boyda etek giyip, belli marka ayakkabı ve çanta kullanarak, aynı yerlerde aynı şeyleri yiyip, aynı müziği dinliyorlar. Bu bile acınacak bir durum değil mi???

Herkes ne der? Herkes öyle yapıyor..Herkes böyle düşünüyor..

"Herkes" kod adlı bir bilirkişi heyeti mi var acaba?
Varsa da ben hiçbir konuda ona danışmak istemiyorum!!

Elime hangi renk oje yakışıyorsa onu sürerim; hangi kıyafet hoşuma gidiyorsa onu giyerim; hangi çantayı kimse bilmiyorsa onu kullanmaktan da ayrıca keyif alırım.
İnsanların "Aaa Hermes'e şu kadar para vermiş; demek ki parası var!" demelerindense, "aaa ne güzel bir çanta, çok hoş durmuş; nereden bulmuş acaba?" demelerini tercih ederim.

İnsanın kendi küçük dünyasında bunu yapması nisbeten daha kolay da; geniş anlamda, eğitimde, çalışma hayatında, sosyal yaşantıda yapabilmenin bir yolu var mı acaba??

Varsa bulmak istiyorum bir an önce.. Veya öyle bir yer varsa, oraya gitmek... (Bu dünyada olsun lütfen!)
Başkalarının kurallarından çok sıkıldım...