Thursday, April 22, 2010

Askerlik Yerine Hayatta Kalma Eğitimi



Askerliğin amacı nedir diye sorsanız, ideal olarak "savunmayı öğrenmektir" demek gelir içimden. Yurdunu, milletini, aileni, çoluk çocuğu düşmanlara karşı, tehditlere karşı korumak.
Peki, pratikte öyle midir gerçekten? Hiç askere gitmedim, bilmiyorum doğrusu, ama, bana hiç öyleymiş gibi de gelmiyor.


Şu anda tehdit olarak görülen nedir? Herhalde terör grupları. Çünkü onun dışındaki savaşlar zaten artık teknolojiyle yapılıyor. Terör grupları da öyle profesyonelce eğitiliyorlar ki, ancak profesyonel bir ordu başa çıkabilir onlarla.


Teknolojik savaş derseniz, onda da mesleği askerlik olanların dışında kimsenin eğitiminin yeterli olması pek kolay görünmüyor (buradan bakınca tabi.)


Dünyada doğal afetlerin de artmasıyla düşündüğüm şöyle de bir şey var. Gün gelip de gerçekten "yer yerinden oynarsa/oynadığında", olası tehditlerle başa çıkacak en ufak bir donanıma sahip miyiz hiçbirimiz?




Canımızı, malımızı,yiyeceğimizi yağmacılardan, vahşi hayvanlardan korumayı biliyor muyuz?




Aç kaldığımızda, markete gidip satın almak dışında, yiyecek bulma, su bulma becerimiz var mı?
Gerekirse çakmakla sigara yakmak haricinde, ateş yakabilecek miyiz?
Ve düşünürseniz, aklınıza gelebilecek daha neler neler.

Şimdi bedelli askerlik konuşuluyor. Diyelim ki kabul edildi. Ne olacak, 2 ayda, 4 ayda işe yarar bir eğitim mi alacaklar bu bedelli askerler? Yoo, orada zaman öldürecekler. Tıpkı, bir çok üniversite mezununun, eğitim almayarak diploma alıp, sonra da işsiz kalmaları gibi. Bir işe yaramayacak yani, boşa harcanmış zaman olacak.




Oysa ki, 2 ay 4 ay gibi bir sürede, bu çocuklara, her türlü şartta hayatta kalma (survival) eğitimi verilse, daha yararlı bir iş yapılmış olmaz mı acaba?



Bilmiyorum, bana eğitim dendiğinde, ben diploma almayı/teskere almayı değil de, elle tutulur bir şeyler öğrenmeyi anlıyorum. Başka türlüsü olunca, zamana, emeğe yazık olmuş gibi hissediyorum.





Şu sıralarda da "Tom Brown's Field Guide - Wilderness Survival" adlı kitabını tekrar karıştırmaya başladım. Size de tavsiye ederim.




(Türkçesi var mı bilmiyorum, "Tom Brown'ın Arazi Rehberi - Vahşi Doğada Hayatta Kalma" diye bakabilirsiniz.)




İnşallah gerek duymayız, ama duysak da duymasak da, insanın kendi ayakları üstünde durabiliyor olması aslında böyle bir şey. Tehdit her ne olursa olsun, onunla başa çıkamıyorsak, hayatta kalmamız çok zor.

Saturday, April 17, 2010

Doğa Duruma El Koyuyor


Değer yargılarının, insanlığın, hoşgörü, anlayış, iyi niyet gibi kavramların yok olup gittiği, bencilliğin, hırsın ve tüketim manyaklığının kol gezdiği, hatta yaşam biçimi haline geldiği bir çağda, çivisi çıkmış bir dünyanın, iyice sarsılmadan yerine oturmayacağı gerçeğini yavaş yavaş görmeye başlıyoruz gibi geliyor bana.



Savaş yıllarında benimsenen "tasarruf etmek" kavramı, "mümkün olduğunca borçlan, harcayabildiğince harca ve tüket, ekonomi büyüsün" şeklinde değişince, beraberinde pekçok "kullan ve at" felsefesi yaratması ve "değer vermemeyi" teşvik etmesi de kaçınılmazdı.


Felaket tellallarının iddia ettiği gibi, 2012'de kıyamet kopacaksa, kopmaya başlamış görünüyor. Yok, iyimserlerin inandığı gibi, "Altın Çağ" başlayacak, hepimiz bilincimizde yükselme yaşayacaksak, silahlar susacak, her yeri sevgi saracaksa; o zaman, gün doğmadan önceki karanlığı yaşamaya başladık herhalde..
Bu güne kadar kendi kendimize yapamadığımızı, bakarsınız, doğanın dayatmasıyla yapar, aydınlanıveririz!

Hani en büyük derdi "kim beş dakika fazla Play Station oynayacak" olan, tüm güçleriyle bunun savaşını veren çocukların, kapıdan içeri "işten çıkartıldım" veya "bütün paramızı kaybettik; ev de gitti" diye giren babalarını gördüklerinde yaşadıkları, "bir anda, büyük derdin ne demek olduğunu anlama" hissi gibi birşey..



21 Mart'ta Eyjafjallajökull'de yanardağ ilk harekete geçtiğinde, bölge, İzlanda'nın "The Land of Fire and Ice/ Ateş ve Buzlar Ülkesi" tanımını yerinde görmek isteyen turistlerin akınına uğramıştı.







Kısa bir zaman sonra ise asıl etkiler çıktı ortaya. Avrupa'daki havaalanları volkanik küller yüzünden birer birer uçuşa kapatılıverdi.




"Beklenmeyen bir şeyler olup da teknoloji servis dışı kalabilir" dendiğinde, "hadi canım, daha neler" diye bıyık altından gülen, "nasıl olacakmış o" diyerek, her şeye bilimsel açıklama bekleyenlere, açıklamayı doğa yaptı.
Bilimin de teknolojinin de eli kolu bağlı kalabileceğini, bir anda çok açık şekilde gözler önüne seriverdi!!


2004 senesinde de konuyla ilgili yazılar yazmış biri olan gazeteci Serdar Turgut, bunun 2012'de dünyaya teğet geçmesi beklenen gizemli gezegen Marduk'la ilgisi olabileceğinden bahsediyor. (Akşam gazetesindeki yazılarını takip edip, neler söyleyeceğini detaylarıyla okumak lazım.)



Burak Eldem de, 2003'te yazdığı "Marduk'la Randevu" kitabında, "Aralık 2012'de hop diye bir değişim olmayacağını, değişimin zaman içinde kendini göstereceğini, hatta göstermeye başladığını" söylüyordu.

O günden bu güne yaşananları düşünürseniz, haklı da çıktı galiba, değil mi?



Depremler, seller, ekonomik krizler...şimdi de volkanik patlamalar, kül bulutları, havalanamayan uçaklar! Taşları yerinden oynatan o kadar çok şey oldu ki aslında... Kim bilir, belki de her şey durulduğunda, taşlar çok daha güzel şekilde yerleşir.

Belki o zaman, beraberce yaşam savaşı vermiş bir insanlık olarak, aslında hepimizin bir olduğumuzu kabullenir, kendi yarattığımız içi boş kavramlar ve değerler için savaşmaktan vazgeçer; doğaya daha saygılı olur; kendi yarattığımız beton hapishanelerin içinde, hep daha fazlası, daha fazlası.. için çalışarak ömrümüzü tüketmeyiz.




Hatta, bakarsınız, plazalardaki penceresiz, havasız, ruhsuz, otoyol manzaralı dairelerin yerine, şöyle yerlerde oturmak zorunda kalırız mecburen....



(Şimdiden niye gitmiyoruz ki acaba????)

.

Friday, April 2, 2010

Aynı Sözler Aynı Bakışlar


Douglas Forbes, İlişkilerin Pin Kodu adlı kitabında, her ilişkide, karşımızdaki kişinin davranış biçimiyle ilgili olarak, bizim de tamamen farklı davranışlar göstereceğimizden bahseder. Bir ilişkisinde çok romantik, çok kıskanç, çok huysuz veya çok kavgacı olan birinin, başka bir ilişki kombinasyonunda hiç de öyle olmayabileceğini anlatır.
Şahsen de tanıştığım Douglas ve çok ilginç bulduğum kitaplarından daha sonra detaylı olarak bahsederim; ama şimdi değinmek istediğim konu tamamen farklı.

Her ilişkisinde farklı biri olmayı bir yana bırakın, her ilişkisini aynı sözlerle, aynı bakışlarla, aynı duygularla yaşayanlar.... ayrı ayrı kadınları, aynı kadınmış gibi sevenler... ayrı ayrı ilişkileri aynı ilişkiymiş gibi yaşayanlar... Ve bu ilişkilerin içindeki kadınlar...

Son günlerde medyada çok söz edildiği için de, affına sığınarak, Tuna Kiremitçi örneğinden yola çıkıyorum... Kendisini tanımam etmem, söylenenlerin gerçek olup olmadığıyla ilgili de en ufak bir fikir sahibi değilim. Kaynak olarak medyayı kullanıyorum, anlayacağınız. Ben onların yalancısıyım.

İclal Aydın’ın, eski eşi Tuna Kiremitçi’ye hitaben yazdığı “Ayar Çekerim Görürsün” adlı köşe yazısı başlattı medyadaki tüm bu tozu dumanı..

İclal Aydın, merhum çellistin müziğini dinlerken çok mutlu olduğunu ifade etmek için, “Jacqueline du Pré’yle çok mutluyuz” diyen Tuna Kiremitçi’nin, yeni sevgilisinden bahsettiğini zannedip, ona “ayar çekerken”, hayatında olan veya olmasını arzu ettiği her kadına aynı cümleleri söylediğinden dem vurmuş; hatta, daha sonra konuyla ilgili bir yazı yazan Ayşe Özyılmazel de “ona söylediği aşk dolu sözcükleri eski sevgililerine de söylemişti bu adam; aynı tonda, aynı frekansta, aynı tatta, aynı aşkla, muhtemelen aynı bakışlarla...” demişti..
Söylenenler doğruysa, acaba adamın duygularıyla en ufak bir teması yok muydu ki, beğenip de ezberlediği, etkili olacağını düşündüğü, hatta - yazar ya o- “kendi” önceden kurguladığı cümleleri, yeri geldikçe kadınlara söyleyip duruyordu?


İnsan, her ilişkisinde, nasıl aynı şeyleri hissedebilir, aynı şeyleri söyleyip, aynı bakışlarla bakabilir ki? Sanki “kadın” başlığı altında olan her kim olursa olsun, hiçbir şey fark etmiyormuş gibi...

Nedenini, niçinini boşverelim şimdi; belki ifade edebileceği “hoş” duyguları yoktur, veya olanları paylaşmaya değer bulmuyordur, karşısındaki kadının daha iyi duygulara layık olduğunu düşünüyor veya abartmak istiyordur, her neyse. Ben asıl şunu merak ediyorum...
Kadınlar bunu gerçekten yiyorlar mı?
Düşünsenize, bahsedilen kadın sayısı bir değil, iki değil...
Çünkü, eğer yiyorlar ve gerçekten de kendilerinin “çok özel, en özel, en bir tane, en..en......” olduklarına inanıyorlarsa, onlar da adamın gözlerinin içine hiç bakmıyorlar demek değil midir bu?



Hani eski Türk filmlerinde, kadın adama, çok ulvi (!) nedenlerle, yalandan “seni sevmiyorum n’Ali, bırak beni” dediğinde, adam “n’ayır, n’inanmıyorum; bunu gözlerime bakarak söyle” diye
cevap verirdi de; kadın da bir türlü gözlerine bakamazdı ya..Hani, arkasını dönüp, buğulu gözlerle camdan dışarıya bakardı ya... O bile bilirdi, gözlerinden her şeyin anlaşılacağını..

Bu durumda, kadınlar da karşısındakinin söylediklerinde içten olup olmadığını anlamıyorlarsa, karşılıklı olarak, bir duygularla temassızlık mı söz konusu acaba?
Belki de bu kadınlar, yalan da olsa, güzel sözler duymayı tercih ediyorlardır.
Belki de adam, Özdemir Asaf’ın şiirindeki “yalanlar istiyorsan, yalanlar söyleyeyim, incinirsin” sözlerini kulaklarına fısıldadığında, “incinmem, hatta çok da hoşuma gider” diye cevap veriyorlardır. Kimbilir!!

Eee, bu durumda, adam da herkese yeni yalanlar uyduramayacağı için, aynı sözlerle idare etmek durumunda kalmaları gayet normal değil mi?..



Bize nasıl davranılmasına izin veriyorsak, öyle davranırlar; böyle de bir gerçek var aslında...
Yalanları yiyorsak, yalan söylerler.
Aldatılmaya göz yumuyorsak, aldatmaya devam ederler.
Bekliyorsak, bekletirler. (Randevusuna geç gelen birini, bir defa beklemeyip, gidin; bakalım bir daha geç geliyor mu? Veya geliyorsa, zaten umurunda değilsiniz demektir; o zaman da, siz hiç gitmeyin; bırakın o beklesin, bekleyebildiği kadar..)





Herkese aynı cümleleri söyleyen, aynı bakışlarla bakan adamlara da, belki kadınlardan biri, inanmayan gözlerle baksa veya gülerek karşılık verseydi, “kulağa ne kadar hoş da gelse, yalanları istemiyorum” diyebilseydi, onlar da durumun saçmalığını anlayacak ve vazgeçeceklerdi bu oyundan.



Gerçek duygular, gerçek sözler, gerçek duyguları yansıtan bakışlar ve güzel bakan insanlar olsun hayatınızda...

Kurgu olacak olduktan sonra, hayal kurarsınız, daha iyi.. Üstelik orada ne istiyorsanız, o olur!!
.

Sağ Beyin Sol Beyin


Sağ Beyin Sol Beyin kullanımıyla ilgili nektarin.com'daki

Dans Eden Kız


yazımdan hoşlananlara daha detaylı bir testim var.



nectarin.com'daki yazıyı isterseniz, o da burada:

nectarin.com'daki yazı

Dans eden kızı sağa veya sola dönerken görmenizi, gazetelerdeki burç sayfaları diye düşünürseniz, bu test de astrolojik haritanız...

Aşağıdaki testte, her sorunun cevabı ayrı ayrı değerlendiriliyor. Bakın bakalım, ne kadar sağ beyinli, ne kadar sol beyinlisiniz.( Her ikisi de s ile başladığı için, sağ beyini A, sol beyini O olarak gösteriyorum.

Başlıyoruz:

1.Başka etken olmadığını varsayarsak, bir sınıfa, sinemaya veya büyük bir salona girdiğinizde, hangi tarafta doğru gitme eğiliminde olursunuz?
a.sağ - A
b.sol - O

2.Girdiğiniz/gireceğiniz sınavlarda hangi tür soruları tercih edersiniz?
a. doğru/yanlış, çoktan seçmeli, eşleştirme - O
b. yazılı cevap, kompozisyon - A

3.Sık sık "içimden böyle yapmak geliyor" hissine kapılır mısınız?
a. evet - A
b. hayır - O

4.İçinizden öyle yapmak geldiğinde, yapar mısınız?
a. evet - A
b. hayır - O

5.Herşeyinizin belli bir yeri var mıdır?
a. evet - O
b. hayır - A

6.Bir dans öğrenirken, sizin için hangisi daha kolaydır?
a.öğretmeni taklit ederek ve müziği hissederek öğrenmek - A
b.hareketlerin sırasını öğrenmek ve kendinize söyleyerek yapmak - O

7.Eşyalarınızın yerini yılda birkaç defa değiştirmeyi mi seversiniz, yoksa aynı düzeni korumayı mı?
a. aynı düzeni korumayı - O
b. değiştirmeyi - A

8.Saate bakmadan, geçen zamanın ne kadar olduğunu aşağı yukarı bilir misiniz?
a. evet - O
b. hayır - A

9.Birbiriyle kıyasladığınızda,sizin için hangisini anlamak daha kolaydır?
a. cebir - O
b. geometri - A

10. Sizin için, insanların yüzlerini mi, yoksa isimlerini mi hatırlamak daha kolaydır?
a. isimlerini - O
b. yüzlerini - A

11. "Okul" denildiğinde, aklınızdan anılarınızla ilgili görüntüler mi geçiyor, yoksa kelimeler/cümleler mi?
a. görüntüler - A
b. kelimeler/cümleler - O

12. Biri sizinle konuşurken, kelimelerin anlamına mı, yoksa o kişinin duygularına ve ses tonuna mi bakarsınız?
a. söylediklerine, kelimelerin anlamına - O
b. duygulara ve ses tonuna, nasıl söylendiğine - A

13. Konuşurken, elinizi kolunuzu az mı, çok mu kullanırsınız?
a. az, nadiren - O
b. çok, çoğunlukla - A

14. Çalışma masanız veya çalışma ortamınız
a. düzenli midir? - O
b. ihtiyaç duyabileceğiniz pekçok şeyle mi doludur? - A

15. Sizin için temel fikirlerle ilgili yazıları okumak mı, yoksa belirli detaylarla ilgili yazıları okumak mı daha kolaydır?
a. temel fikirler - A
b. belirli detaylar - O

16. En iyi dimdik otururken mi, uzanırken mi düşünürsünüz?
a. dimdik otururken - O
b. uzanırken - A

17. Kendinizi mizahi şeyler söylerken veya yaparken mi, mantıklı şeyler söylerken veya yaparken mi daha rahat hissedersiniz?
a. mizahi şeyler -A
b. mantıklı şeyler - O

18. Matemetikte
a. sonuca nasıl ulaştığınızı açıklayabilir misiniz? - O
b. sonucu bulur, fakat nasıl bulduğunuzu açıklayamaz mısınız? - A

19. Herşeyin bir sebebi vardır
a. tabi ki öyle, basit etki-tepki - O
b. evrende tesadüf yoktur, bu satırları okumanız bile tesadüf değildir - A

20. Rüya görür ve hatırlar mısınız?
a. rüya görmem, veya gördüğümü hatırlamam - O
b. berrak rüyalarım vardır ve hepsini hatırlarım - A

Test bu kadar!
Artık, ne kadar sağ beyinli, ne kadar sol beyinli olduğunuzla ilgili bir tereddütünüz kalmamıştır herhalde...

Bu arada, konuyla ilgili aldığım son bilgileri de sizlerle paylaşayım...

Beynimizin sağı ve solu dönüşümlü olarak sorumluluğu yani baskın olma durumunu paylaşıyorlarmış. Bu değişim bazen saniyeler, bazen dakikalar, bazen saatler bazında olabiliyormuş. Yukarıda da gördüğünüz gibi, tamamen sağ beyinli, tamamen sol beyinli olmak diye birşey de yokmuş elbette... Hangisi daha baskın, ancak ona karar verebiliyormuşuz. (Biraz da eğleniyoruz işte!!)

Son bir ipucu daha: O an için beyninizin hangi yanının baskın durumda olduğunu anlamak istiyorsanız, burnunuzdan derin bir nefes alın. Hava, burun deliklerinizin birinden daha rahat geçecektir. Sağ delikten rahat geçiyorsa - sağ burun deliğiniz beyninizin sol yarıküresine bağlı olduğu için- sol beyniniz kontrolde demektir. Soldan daha rahat geçiyorsa, tam tersi..Kolaymış, değil mi?

Yogilerin, sol burun deliklerini açık tutmak ve böylece sağ beyinlerinin idaresinde kalarak, daha sakin ve sezgisel olabilmek için egzersizler geliştirdikleri bile söyleniyor..