Wednesday, October 27, 2010

ÇOCUĞUMA NASİHATLER 2






“Aynı yoldan gidersen, aynı yere varırsın!”






Yol özürlü olan benim; ama ben bile bir defa girdiğim çıkmaz sokağa bir daha girmiyorum. (Veya en fazla bir defa daha giriyorum, ama iki değil. 😊

Yol bulma konusunda bir sorun yaşayacağını sanmıyorum, tabi ki, çocuğum. Yaşasan bile, navigasyon cihazları, akıllı telefonlar, şunlar bunlar, nasılsa bir yolunu bulursun. Yolunu da bulursun. En fazla biraz zaman kaybedersin.

Benim bahsettiğim yol hayattaki yollarla ilgili. Orada kaybedilecek zamanla ilgili. Kaybedilecek fırsatlarla ilgili.
Yanlış anlama beni, hayatta hangi yolu seçeceğine karışacak değilim; bahsettiğim yol o yol değil; hangi yolu seçersen seç, o senin bileceğin iş.

Yol derken, daha çok "yöntem", "davranış biçimi", "tavır" benim bahsettiğim.
Hayattaki hedeflerine varmak için kullandığın/kullanacağın yollar.
Hedef deyince, bundan "hayat amacın", "iş hedefin" gibi büyük hedefler anlama.

Ismarladığın oyunun, satıcı yarın teslim edeceğini söylerken, bugün eline geçmesini sağlamak da bir hedeftir. Bunun için 12 yaşındayken belki yalvarmışsındır; 15'de belki terslenmişsindir; 18'de tüketici haklarından, mahkemeye vermekten falan bahsetmişsindir. Büyük ihtimalle hiçbirinde de oyuna o gün sahip olamamışsındır.

Ben de diyorum ki "aynı yoldan gidersen aynı yere varırsın".

Hedef oyunu o gün oynamaksa, ya satıcıyı ikna edecek başka bir yol bulacaksın - dikkat et, ikna edecek dedim, kavga edecek, sinirlendirecek demedim - ve oyunu sana o gün ulaştırmasını sağlayacaksın. Ya da. Tabi ki, hedefi şaşırmazsan başka yollar da mutlaka vardır.



Bir düşün bakalım.
Hedef ne?
O oyuna o gün sahip olmak mi?
O oyunu o gün oynamak mı??


(Satıcıyla kapışmak olmadığını varsayıyorum. Bağcıyı dövmeye değil, üzüm yemeye geldik.)
Büyük ihtimalle, o oyunu o gün oynamaktır.
O zaman, alternatiflere bakalım. Olmayana değil, olana odaklanalım.
Oyun başka kimde var?
Belki de kimsede yoktur. Bilmiyorum.
Varsa gider onunla oynarsın. Veya. Sen bul alternatifleri.

Ben alternatiflere açık ol diyorum. Çözüm bulmuyorum.
Kilitli kalmış kapıyı açmak için uğraşırken, başka bir açık kapı veya pencere var mı diye de bir bak diyorum. Amacın dışarı çıkmak olduğunu unutup, kapıyı açmak olduğunu zannetme diyorum.

İşte özetle benim tavsiyem - nasihatım:

- Asıl hedefi şaşırma.Hatta arada sırada bunu kendine sor.
- Egona yenilip, birileriyle kavga etmeye, haklı çıkmaya uğraşma.
- Kafanı birileriyle tartışmaya, o tartışmada haklı çıkmaya yoracağına, alternatif çözümler bulmaya yor.
- Denediğin ve sonuç vermemiş, kötü sonuç vermiş veya bir işe yaramamış davranışlarda ısrar etme, bunları hatırlamayı ve onlardan vazgeçmeyi bil.

Oyun dedim değil mi? En çok ilgini o çeker diye öyle dedim.

Eşinle, sevgilinle, annenle, babanla, öğretmeninle, patronunla, hatta çocuğunla yaşayacağın her türlü sorunda, davranış biçimi olarak kullanmayı dene bunu. Bence işine yarar.
Unutma "aynı yoldan gidersen, aynı yere varırsın".

Tuesday, October 19, 2010

ÇOCUĞUMA NASİHATLER 1



Hani bilgeye sormuşlar,
- "Verdiğiniz onca doğru kararı neye borçlusunuz?" diye.
- "Tecrübelerime" demiş.
- "Tecrübelerinizi neye borçlusunuz?" diye sormuşlar.
- "Yanlış kararlarıma" demiş.



İnsan, doğrusu öyle bile olsa, kendi çocuğunun acı çekerek, canı yanarak dersler almasına razı olamıyor. "Bak benim elim yandı, sen elini ateşe sürme" demek istiyor.

Başlık için "nasihat" kelimesini özellikle seçtim. Tavsiyeler aynı duyguyu vermeyecekti. Yaşanmışlıktan geriye kalanlar olsun istedim; nasihat daha eski kelime ya, daha bilgelik içerir gibi geldi nedense. Babam nasihat derdi her zaman, belki onu anımsattığı için de hoşuma gitmiş olabilir. Biz babamla çok sohbet ederdik - hatta tartışırdık -, o sohbetlerden geriye ne çok şey kalmış, şimdi onun yokluğunda, yaşadıkça daha iyi görüyorum. (Benden de geriye bir şeyler kalsın bari. Belki ben yokken, lazım olur.)

Bizim çocuklarımız bizimle sohbet etmeye fazla zaman ayıramıyorlar. Onlar bizim onların yaşındayken olduğumuzdan daha meşguller. Onların cep telefonları var, PlayStation'ları var, 1000 kanal televizyonları var. Bizim yoktu. Biz ya dışardaydık, ya da evde. Dışardaysak, arkadaşlarımızlaydık. Evdeysek, müsaittik!

Her neyse. Bugünkü ruh halime göre ilk tavsiyem:

"HİÇBİR ŞEYİ GEREĞİNDEN FAZLA CİDDİYE ALMA, KEYFİNİ KAÇIRMA"



İnsan bunu gerçekten ciddi sıkıntılar, zorluklar veya kayıplar yaşadığında tam olarak anlayabiliyor ancak. O sıkıntıları çekmeyi bekleme çocuğum, söylüyorum işte, bir de böylesini dene.


Hayatında çok önemli değişiklik yaratmayan, küçük rahatsızlıkları, kolaylıkla görmemiş gibi yapabilirsin.

Al sana örnek:

Trafikte önündeki aracın ağırdan alması yüzünden, kırmızı ışığa mı takıldın.(En uzun yananı 90 saniye falan yanıyor!!!) Hiç umursama. Uçağın 90 saniye rötar yaptığında umursuyor musun? Etrafına bakın - belki çok da ilginç bir şey yakalarsın - ıslık çal, şarkı söyle. 90 saniye için sinirlenmeye, keyfini kaçırmaya değer mi?

Bir yere gidecektin de gidemiyor musun?? Gitme. Çok mu önemli? Başka yere git, belki orada daha çok eğlenirsin.

Her şeyin mutlaka bir de iyi yanı vardır, onu gördün mü, neşen hiçbir zaman kaçmaz.
Esnek oldun mu, her şeyden zevk alırsın. Takıntılıysan, her zaman üzülecek bir şey bulursun kendine.

İlk tavsiyem buydu. Zaten hayattaki bütün tavsiyelerim, neşeli olmak, neşeli kalmak ve etrafa neşe saçmakla ilgili olacaktır eminim. Galiba benim hayat amacım o!!! Umarım giderken bile herkes neşeyle yolcu eder beni.

Son sözüm: Neşeli olmak herkese yakışır. Bana inanmıyorsan, resimlerine bak.

Wednesday, October 6, 2010

Asidik beslenerek "cool" olmak


İnsan "A Guide to Memory Increase/ Hafıza Kuvvetlendirme Rehberi" adında bir kitap okurken, öfkeye sebep olan yiyeceklerle ilgili bilgilerle karşılaşmayı beklemiyor, doğal olarak.

Son günlerde - ki bu günler, bir elin parmaklarıyla sayılabilecek sayıdan çok, bir takvimin sayfalarıyla sayılabilir miktardalar-, dikkatim mi dağınık, yaşım mı ilerledi veya adını söylemek istemediğim bir rahatsızlığım mı var acaba diye düşünür olmuştum. Bora Jet'in neredeyse bir otobüs büyüklüğündeki sempatik ama tedirgin edici uçağında, hiç alışık olmadığım bir fobi oluşturmak üzereyken, kendimi oyalamak üzere göz attığım e-kitapta karşıma çıktı bu konu. Çevremde birkaç öfkeli eleman mevcut olduğundan, pek de ilgimi çekti ve kendi hafıza sorunumu ve bu kitabın içinde bu konunun ne işi olduğunu bir kenara bırakarak,"demek ki bunu okumam lazımmış" diyerek "mind food/zihin besinleri" konusuna yoğunlaştım.


Anlatılan şu:
Bir grup doktor, belirli vitamin, mineral ve proteinlere ağırlık veren beslenme programlarının, strese karşı direnci arttırarak, öfke krizlerine çözüm olabileceğini keşfetmişler.
Bunlardan biri, Dr.George A. Wilson, sağlıklı bir metabolizmaya sahip olmak ve böylece bedene daha sonra zihni besleyecek olan besinleri vermek için, çok hassas bir asit-alkalin dengesinin gerekli olduğunu iddia ediyor. Dr. Wilson'a göre, bir kişinin sindirim sistemi ne kadar alkalin ise, o kişi o kadar sinirli oluyormuş. Besinleri kolaylıkla sindirebilmek ve stres sorunlarıyla başa çıkabilmek için de, asidik bir sindirim sistemi gerekiyormuş.
"Bio-electric force/ bio-elektrik güç" olarak tarif ettiği denge sağlandığında, beden gerilimlere karşı koyabiliyor ve duygusal sorunları tedavi edebiliyormuş.
Dr.Wilson, asit dengesini bozarak alkaliniteye sebep olan 6 stress bozukluğu sıralamış. Hatta, böyle bir stresin, duygusal sağlık için gerekli olan bedendeki C Vitamini (askorbik asit) miktarını da etkilediğini belirtmiş. Daha sağlıklı olmak için çözümün bu altı stresli durumdan uzak durmak olduğunun da altını çizmiş. (Nasıl durulacaksa artık...)

- Şoklar
- Güçlü hayal kırıklıkları
- Keyif kaçırıcı yoğun duygusal durumlar
- Aşırı korku veya endişe
- Aşırı çalışma
- Yetersiz dinlenme

Dr. Wilson, çoğu insanın asit-alkalin durumunu da şöyle özetlemiş:

- Öğleden sonraları daha asidik, sabahları daha alkalin
- Yazları daha asidik, kışları daha alkalin
- Egzersiz sırasında daha asidik, dinlenirken daha alkalin
- Üşüdüğünde, yorulduğunda, kronik bir hastalık sırasında veya hastalık başlangıcında daha alkalin

Sabahın erken saatlerinde, kış günlerinde, uzun dinlenmeler sırasında ve hastalık başlangıçlarında, asit rezervini arttırmak için, bir bardak suya, bir çorba kaşığı elma sirkesi ve bal koyarak hazırladığınız "toniği" içmeniz iyi olurmuş.

Evde elma sirkesi yapmak isterseniz, onun tarifini de yazının sonunda vereceğim. Çok kolay.



Daha kolay yoldan, taze sıkılmış herhangi bir meyve suyunu içerek de gerekli asidi sağlayabilirmişsiniz.

Dr. Wilson, ayrıca, metabolizmayı stabilize etmek için dengeli beslenmeyi, nişasta ve şekeri azaltmayı da tavsiye ediyor.

Tam da şeker demişken, kitabın ilerleyen sayfalarında "şeker bir hafıza öldürücü müdür?" diye de bir başlık var; ve burada da yine konu duygusal sorunlara ve beslenmeye geliyor. (Bu kitap galiba aslında hafızayla değil de, stres ve beslenmeyle ilgili. Veya yazarın aklı çok dağınık. Her neyse, verdiği bilgiler benim işime yaradı; belki sizin de yarar.)

Burada, şekerin bir yiyecek olmadığı, enerji illüzyonu yaratan saf bir karbonhidrat olduğu söylenmiş. Enerjiyi önce hızla arttırır gibi yapıp, sonra yere vuruyormuş. Ayrıca Vitamin B-Complex'i emdiği için de duygusal sorunlara sebep oluyormuş. (Ki bu vitaminler de sinir sistemini beslermiş.) Hassas kan şekeri seviyesini bozarak, zihinsel yanılsamalara veya rahatsızlıklara da sebep olabilirmiş. Zihinsel tahrifat yaptığı, değişken ve kararsız davranış biçimlerini tetiklediği ve hafıza kaybına sebep olduğu da saptanmış. (Eh, sonunda hafızayla ilgili bir şey çıktı.)

Biraz ileride, çok daha ilgi çekici bir bilgi var. "Fazla şeker yüklenmesi gibi ciddi bir durumda, şiddet eğilimi ortaya çıkabilir!" Hatta daha fazlası. Tembellik, zihinsel yorgunluk, umursamazlık hali, dalgınlık, hınzırlık.

Bu kadarı bana yetti.


Uçak hayırlısıyla yere indi. Ben eve vardım. İlk iş olarak beyaz şekerleri, esmer şekerle değiştirdim. Ev halkının kola tüketimini azaltmaya yönelik olarak, ev yapımı ayran, limonata ve taze sıkılmış bilumum meyve suyu işine girdim. Şu an içinse, internetten en doğal halinde şeker veya şeker alternatifleri bulma çabası içindeyim.














Söz verdiğim Elma Sirkesi Tarifi: (Kış başı bunun için çok uygun bir zaman)

1 lt. kavanozu önce kaynatıp soğutun (yani sterilize edin.)
(Kavanoz yerine toprak küp de kullanabilirsiniz. "Keskin sirke küpüne zarar"dan biliriz ya, işte o küp. Resimde de var.)
1 lt suyu kaynatıp soğutun.
Elmaları iyice yıkayın; dilimleyin veya ezin.(1 lt suya 2 elma gibi. Tatlı elma. Amasya elması iyi sonuç veriyor.)
Kavanoza suyu, elmaları, 1 tatlı kaşığı normal sirkeyi,1 küp şekeri atın.(Şekeri bakteriler yiyor, merak etmeyin.)
Karanlık ve ılık bir ortamda, üzerine tülbent koyarak, kapağı açık şekilde bırakın.
Bir hafta sonra köpükler başlar. Kavanozun altından bir parmak şeffaflaşmaya, beyaz olmaya başlar. O zaman, tülbentten veya kağıt kahve filtresinden süzün ve posasını atın.
İşte size ev yapımı elma sirkesi.

Beğenirseniz, başka meyvelerle de deneyebilirsiniz.