Sunday, March 28, 2010

KOLAY MI OLSUN? BUYRUN...




Peki bunu çözün:

1=5
2=25
3=125
4=625
5=?



Daha renkli birşey mi olsun?
Bu nasıl?



Serinin devamında aşağıdakilerden hangisi olacak?



Ama bunlar da çok kolaydı.
Cevapları istiyor musunuz?

Peki...
Birincinin cevabı tabi ki 5=1
Zaten söylemişti öyle olduğunu... 1=5 ten ne anladınız ki???

İkincinin cevabı:



Diagonal çizgilerin oluşturduğu sayıları gerçekten de göremediniz mi??
Aklınız başka yerde galiba sizin..Kolay dedim diye dikkatinizi vermediniz tabi :-)
.

Lateral Thinking


Tek çöpü oynatarak eşitliği sağlayın.

'80 civarındaki yıllarda kolej sınavlarına girdiyseniz, ve hatta kazandıysanız; aşağıdaki soruların cevaplarını bakar bakmaz göreceksiniz, emin olun.

Biz o dönemin çocukları, üniversiteye bile ağırlıklı olarak Genel Yetenek sorularını cevaplayarak girmiştik. Güzel günlerdi onlar!! Şimdiki sınav sisteminin ezbere dayalı halini gördükçe içim sızlıyor.
Bir çocuğun ömrünün en güzel yıllarını, odasına kapanıp saatlerce hiç ilgisini çekmeyen şeyleri ezberleyerek geçirmesi, geri kalanında da okulla dershane arasında mekik dokuması, o çocuğu nasıl oluyor da "başarılı çocuk" yapıyor ve istediği üniversiteye girmesini sağlıyor, benim aklım hiç almış değil.

Oysa ki, düşünmeyi teşvik eden Genel Yetenek sorularının, hem çalışması keyifliydi - ki bu da çocukların ders çalışmaktan nefret etmesini engellerdi - hem de hayat boyu işe yarayacak düşünce becerileri vermek gibi bir yararı vardı.

Her neyse, hazırsanız, işte size lateral thinking'le; yani alışılmışın dışında,farklı bir biçimde bakarak çözebileceğiniz sorular. Maalesef sadece ingilizce bilenler için...

Çevirmeya kalksam, ortada soru diye birşey kalmayacağı için, teşebbüs bile etmedim.

Başlayın bakalım..



1.

man
------------
board


Bunun cevabını vereyim.. Böylece, diğerlerine nasıl yaklaşacağınızı görmüş olun..
Cevap: man overboard....


2.

stand
------------
i


3.

/r/e/a/d/i/n/ g/



4.

r
road
a
d


5.

cycle
cycle
cycle




6.

0
------------
M.D.
Ph.D.



7.

ground
------------------
feet feet feet feet feet feet



8.

he's X himself


9.

death ...... life


10.

THINK


11.

abababababababababa babababababababa babab...



Cevapları mı arıyorsunuz?
Yan tarafa bir yere koyuyorum!!!




Bu arada kibrit çöpü eşitliğini de tek bir çöp oynatarak doğru bir hale getiremediyseniz; onun cevabı da yanda....
.

Thursday, March 18, 2010

Korsan Kitaplar



İstanbul ve dokuz ayrı ilde yakalanan 3 milyon korsan kitap, maddi gücü olmayan köy okullarına dağıtılması "Telif Hakları Yasası"na uymayacağı için imha edilmek üzere.


Hiç mi esnek davranamaz şu "resmi merciler"???
Ne yapacaklarmış?
Yakalanan kitapları kağıt fabrikalarına gönderip, sonra da yeniden yasal kitap olarak basılmalarını sağlayacaklarmış...
Çöpe atmıyoruz, dönüştürüyoruz demeye getiriyorlar..
Neyi atmıyorlar çöpe? Sadece işin kağıt bölümünü!!



Sadece kağıt mıdır kitaba harcanan malzeme?
Matbaalar boya kullanmaz mı? Elektrik kullanmaz mı?







Cilt yapmak için tutkal, bazen de kitabın tipine göre iplik kullanmaz mı?



İş gücü kullanmaz mı?
Çok mu zordur bu kitapları bu haliyle değerlendirmek için bir yöntem bulmak?
Çok mu zordur, yazara %5 mi, 7 mi, her neyse telif hakkını ödemek ve bu kitapları yasal hale getirmek?
Üstelik baskı ve kağıt masrafı da "korsan"dan çıkmışken!!!



"Yassah kardeşim!" demek kolay.
Marifet işe yaramak.
Bağcıyı herkes döver; sen üzüm yiyebiliyor musun, ondan haber ver!


Okumak isteyen şu çocuklara kitap verebiliyor musun?

Veremiyorsan, onun adı iş yapmak olmaz...
İşe yaramak hiç olmaz....
.

Tuesday, March 9, 2010

Hepimiz Rus Ruleti Oynuyoruz



Farkında olsak da olmasak da, her anımız Rus Ruleti!!

Orijinalinde bir silah, bir kurşun ve altı delik varken, bizim "oyunda" görünmeyen bir silah, yine bir kurşun ve yüzlerce - belki de binlerce - delik var..



Önce silahın çekildiğinin bile farkına varmadan yaşıyoruz; hatta kimimiz kurşun deliğe denk gelip, ölene kadar da varmıyor hiçbir şeyin farkına..

Sonra kimimiz silahı fark ettiğimizde, bir zaman temkinli oluyoruz belki, ama on onbeş seferde de kurşun isabet etmezse, yavaş yavaş, silah da kurşun da çıkıyor aklımızdan.

Şanslıysak uzun bir zaman kurşun denk gelmiyor; denk gelenler için de "ne şanssızmış" deyip geçiyoruz..



Oysa ki risk almak denilen şeyle, aptallık arasında çok büyük fark var.





Bir akşam yemeğine harcayacağınız parayı kumarda kaybetmek ve kaybederken de keyifli vakit geçirmek çok da kötü bir şey olmayabilir.
Tüm malınızı mülkünüzü masaya koyup kaybetmek, üstelik borca da girmekse aptallıktır!

Risk almak, yüksek bir getiri için, sahip olunan bazı şeyleri kaybetmeyi göze almaktır olsa olsa.. Olmadan da yapabileceğimiz şeyleri... Elzem olmayan şeyleri...
Ve belki de kaybettiğimizde, nasıl bir hayatımız olacağını düşündükten sonra verilecek bir karardır, riski almak veya almamak..



Oysa, her an farkında olmadan hayatımız pahasına oynadığımız kumarda, ne kayda değer bir getiri var, ne de biz risklerin farkındayız.


Trafikte emniyet şeridinden gelip önümüze geçmeye kalkan adama yol vermeyerek hakkımızı koruduğumuzu düşünürken, adam o "kurşunun denk geldiği delik" çıktı mıydı, ya burnumuza yiyoruz yumruğu, ya da geride kalanlar bizim helvamızı yiyor...

Benim gibi, üçüncü sayfa haberlerini es geçenlerden değilseniz, okumuşsunuzdur pek çok defa buna benzer olayları... Ama "bize olmaz" sanırız nedense.. Bütün kumarbazlar, borsa yatırımcıları ve karar verme konumundaki üst düzey yöneticiler gibi.. "Bize olmaz!"

Niye????

Bu yaklaşım bana, yıllar önce televizyon için hazırlanan bir mizansende, AIDS'li olduğunu söyleyen hayat kadınlarını "bana bir şey olmaz" diyerek arabasına alan adamları hatırlatıyor...

Niye olmasın??? Bir kurşun var işte bir yerde, herkese denk gelebilir!!

Trafikteki adamı boşverdik, insanın başını belaya sokmasına değmez...
Peki, şehirlerarası yoldaki trafik canavarı?
Karşı şeritten gelen her şoför oymuş gibi düşün!
İşinin ehli olmayan/çıkarcı doktor, mekanik, eğitmen, yaşam koçu, şifacı, kaptan, makinist.....?
Hepsine "deliğe denk gelen kurşun" muamelesi yapacaksın, çare yok.. Elinden gelen önlemi alacaksın, sonrası Allaha emanet!

Bunlar beni çok fena aştı! Çıkamadım valla işin içinden..

En kolayı ticari kararlar vermek durumundaki yöneticinin işi, borsada çok yükseleceğiyle ilgili duyumlar aldığı hisse senedine, temkinli davranıp, kaybetmeye gücünün yettiği bir meblağı koydu mu, kurşun ona isabet etmez.. Üstelik, kazandı mı da sıkı kazanır. Yatırım kararları, ödeme/ödememe kararları... Temkinli oldun mu sorun yok!

Asıl çözemediğim konu, karşıdan karşıya geçerken, kırmızıda durmamaya karar veren manyak "kurşun"a ne yapacağımız!!




Cem Yılmaz'in dediği gibi "eğitim şart!" deyip geçelim mi yani?

Sunday, March 7, 2010

Makaron Tutkusu


Makaron kim sevmez?
Tadını bilmeyenlerin bile o rengarenk çiçek gibi resimlerini gördüklerinde ağızlarının suyunun aktığına eminim..
Hele benim gibi tatlı meraklıları için uzak durulması gereken görüntülerdir onlar.

Cumartesi günü Mutfak Sanatları Akademisi'ne Cordon Bleu Makaron Şefi Jean-François Deguignet'nin geldiğini duyunca, çoktandır uzak durduğum yemek kurslarından son bir tanesine daha katılmadan edemedim!!

Bir şeyi öğreneceksek, en iyisinden öğrenmek lazım; Cordon Bleu Makaron Şefi deyince de akan sular durdu tabi..

Mutfak Sanatları Akademisi daha önce Alkent'in içindeki yerleriyle aşina olduğum bir kurumdu. Yıllardır e-mail mesajları gelir gider, yeni yerlerini görmek kısmet olmamıştı. Kendimi yurt dışında bir üniversitenin Gastronomi Bölümünde sandım. Gerçekten çok iyi iş çıkartmışlar.


Her istasyonda - mini mutfak da diyebiliriz buna - iki kişi çalıştık; önce dolguları yaptık; onları sıkma torbalarıyla buzdolabında bekletirken de, makaronları hazırladık. Sonra da pişirip birleştirdik.

Şef Jean-François'nın da söylediği gibi "çok kolay ama çok kolay değil"!



Derste 3 çeşit makaron yaptık. Çikolatalı, portakallı ve passion fruit'lu (çarkıfelek meyvesi)..
En kolayı çikolatalı olanıydı; en lezzetlisi de passion fruit'lusu..Belki de onu en son yaptığımız için, en iyi onu yaptık, bilmiyorum. Çünkü şefin de söylediği gibi, kolay olmasına kolay da, kıvamı, fırın derecesi gibi detaylar deneye deneye oturuyor..


Bunlar ilk yaptığımız çikolatalı makaronlar. Yapar yapmaz tadına baktık, biraz sertçeydi; meğer bekledikçe dolgunun etkisiyle nemlenirmiş.
Güzel oldular, güzel!




Bunlar da sonraki portakallılar.. Onların tarifi nedense biraz daha farklıydı; ama zorluk derecesi değişmedi. Beyaz çikolata ve portakal suyu kullandık. Onlar da güzel oldular!



Dersin sonunda, herkese sertifika verildi ve şefle resimler çekildi. Sertifika almış olmak hiçbir konuda pek bir şey ifade etmez bana. Yapabiliyorsan yaparsın, yapamıyorsan da yapamazsın; "sertifikan olsa ne olur olmasa ne olur" diye düşünürüm. Tabi ki güzel bir anı olarak saklayacağım, ama tarifleri yazdığım kitapçığı sertifikadan daha iyi koruyacağım kesin..




İşte o resim!
Şef & öğrencisi..




Not: Böyle bir programa ait tarifleri vermenin etik olmayacağını düşündüğüm için paylaşmadım; ama tarif isterseniz, bana yazın, pekçok kaynaktan benzer tarifleri seve seve paylaşabilirim.

Thursday, March 4, 2010

ÖNCE SIMSIKI SARILIN VE SONRA DA SERBEST BIRAKIN


Yıllar önce, daha çocuk sahibi bile değilken, tesadüfen okuduğum bir kitap.
O zamanlar neden etkilemiş beni de yıllarca adı aklımda kalmış, doğrusu hiç bir fikrim yok.
Gün gelip de, büyüyen çocuk - paranoyak anne sendromları başladığında, “ah o kitabı bulsam da bir daha okusam” dedim ama hiçbir yerde izini bulamadım.
Rüyamda mı gördüm, ak sakallı, nur yüzlü bir dededen mi duydum bilmiyorum..
Hani amazon’da bulsam da “stokta kalmadı; artık basılmıyor” falan yazsa, yine de sevineceğim; ama ne yazık ki böyle bir kitabın var olduğuna dair hiçbir belirti yok.
Eh, ne yapalım, üstünkörü okumuş olmak bile, hiç okumamış olmaktan iyidir.(Rüyadaysa bile...)

Kitabın adı çok etkilemişti beni.
Önce Sımsıkı Sarılın ve Sonra da Serbest Bırakın.. ( Hold Them Tight & Let Them Go )
Kulağa ne kadar güzel geliyor, değil mi?....Ama çok zor çoook!

Düşünsenize, bir bebeğiniz oluyor... Kendi kendine yaşaması bile imkansız. Onun için her şeyi siz yapıyorsunuz. Çünkü o “hiçbir şeyi yapamıyor.”
Yediriyorsunuz, içiriyorsunuz, eğlendiriyorsunuz, öğretiyorsunuz, kucağınızda taşıyorsunuz, uyutuyorsunuz vs. vs.
Sonra o büyümeye başlıyor. Bu defa, ağzına kaşıkla yedirmek, tabağındakini yemesini sağlamaktan daha kolaymış diyorsunuz; kucağınızda taşımak arkadaşına, antrenmana, derse, sinemaya taşımaktan daha kolaymış da diyorsunuz.
Biraz daha zaman geçip iyice büyüdüğünde, “ne yiyor acaba” diye endişelenmeye ve “bu karda kışta nasıl gelecek, keşke ben götürüp getiriyor olsaydım” demeye başlıyorsunuz.

Onlar doğal olarak büyüyor, siz doğal olarak adapte olamıyorsunuz. (En azından adapte olabilmek için çaba sarf etmek gerekiyor.)

Kendinize soruyorsunuz:

Benim elinden tuttuğum, kucağıma oturttuğum, sımsıkı sarıldığım, hiçbir şeyi kendi yapamayan çocuğuma ne oldu?
Bu sakalları çıkmış, boyu beni geçmiş, her şeyi benden iyi yapan çocukla ne zaman değiştirdiler onu?

Bunca değişimin içinde, bebek de olsa, büyüse koca adam da olsa, değişmeyen bir şey olduğunu fark ediyorsunuz sonra:



O mutluysa siz de mutlusunuz.
Bu kadar basit..
Gerisi fasa fiso....