Değer yargılarının, insanlığın, hoşgörü, anlayış, iyi niyet gibi kavramların yok olup gittiği, bencilliğin, hırsın ve tüketim manyaklığının kol gezdiği, hatta yaşam biçimi haline geldiği bir çağda, çivisi çıkmış bir dünyanın, iyice sarsılmadan yerine oturmayacağı gerçeğini yavaş yavaş görmeye başlıyoruz gibi geliyor bana.
Savaş yıllarında benimsenen "tasarruf etmek" kavramı, "mümkün olduğunca borçlan, harcayabildiğince harca ve tüket, ekonomi büyüsün" şeklinde değişince, beraberinde pekçok "kullan ve at" felsefesi yaratması ve "değer vermemeyi" teşvik etmesi de kaçınılmazdı.
Felaket tellallarının iddia ettiği gibi, 2012'de kıyamet kopacaksa, kopmaya başlamış görünüyor. Yok, iyimserlerin inandığı gibi, "Altın Çağ" başlayacak, hepimiz bilincimizde yükselme yaşayacaksak, silahlar susacak, her yeri sevgi saracaksa; o zaman, gün doğmadan önceki karanlığı yaşamaya başladık herhalde..
Bu güne kadar kendi kendimize yapamadığımızı, bakarsınız, doğanın dayatmasıyla yapar, aydınlanıveririz!
Hani en büyük derdi "kim beş dakika fazla Play Station oynayacak" olan, tüm güçleriyle bunun savaşını veren çocukların, kapıdan içeri "işten çıkartıldım" veya "bütün paramızı kaybettik; ev de gitti" diye giren babalarını gördüklerinde yaşadıkları, "bir anda, büyük derdin ne demek olduğunu anlama" hissi gibi birşey..
21 Mart'ta Eyjafjallajökull'de yanardağ ilk harekete geçtiğinde, bölge, İzlanda'nın "The Land of Fire and Ice/ Ateş ve Buzlar Ülkesi" tanımını yerinde görmek isteyen turistlerin akınına uğramıştı.
Kısa bir zaman sonra ise asıl etkiler çıktı ortaya. Avrupa'daki havaalanları volkanik küller yüzünden birer birer uçuşa kapatılıverdi.
"Beklenmeyen
bir şeyler olup da teknoloji servis dışı kalabilir" dendiğinde, "hadi canım, daha neler" diye bıyık altından gülen, "nasıl olacakmış o" diyerek, her şeye bilimsel açıklama bekleyenlere, açıklamayı doğa yaptı.
Bilimin de teknolojinin de eli kolu bağlı kalabileceğini, bir anda çok açık şekilde gözler önüne seriverdi!!
2004 senesinde de konuyla ilgili yazılar yazmış biri olan gazeteci Serdar Turgut, bunun 2012'de dünyaya teğet geçmesi beklenen gizemli gezegen Marduk'la ilgisi olabileceğinden bahsediyor. (Akşam gazetesindeki yazılarını takip edip, neler söyleyeceğini detaylarıyla okumak lazım.)
Burak Eldem de, 2003'te yazdığı "Marduk'la Randevu" kitabında, "Aralık 2012'de hop diye bir değişim olmayacağını, değişimin zaman içinde kendini göstereceğini, hatta göstermeye başladığını" söylüyordu.
O günden bu güne yaşananları düşünürseniz, haklı da çıktı galiba, değil mi?
Depremler, seller, ekonomik krizler...şimdi de volkanik patlamalar, kül bulutları, havalanamayan uçaklar! Taşları yerinden oynatan o kadar çok şey oldu ki aslında... Kim bilir, belki de her şey durulduğunda, taşlar çok daha güzel şekilde yerleşir.
Belki o zaman, beraberce yaşam savaşı vermiş bir insanlık olarak, aslında hepimizin bir olduğumuzu kabullenir, kendi yarattığımız içi boş kavramlar ve değerler için savaşmaktan vazgeçer; doğaya daha saygılı olur; kendi yarattığımız beton hapishanelerin içinde, hep daha fazlası, daha fazlası.. için çalışarak ömrümüzü tüketmeyiz.
Hatta, bakarsınız, plazalardaki penceresiz, havasız, ruhsuz, otoyol manzaralı dairelerin yerine, şöyle yerlerde oturmak zorunda kalırız mecburen....
(Şimdiden niye gitmiyoruz ki acaba????)
.